ALINAN SPOR
EĞİTİMİNİN
EĞİTİM
FELSEFESİ BAZINDA İRDELENMESİ
Spor hayatıma Bursa’da 1987 senesinde , liselerarası atletizm müsabakasında gülle+çekiç atarak başladım.Beden eğitimi ve Spor öğretmenimiz cüssemden esinlenip , “Bu adam iyi gülle atar” kehanetinde bulundum ve ben kendimi stadyum içinde buluverdim.İşte orada ileride antrenörüm olacak olan Kemal Şencan ve eski çekiççi Nurullah İvak ile tanıştım. Kısa bir süre Nurullah hoca ile çalıştıktan sonra esas antrenmanlara D.S.İ ‘de atletizm antrenörlüğü yapan Kemal Şencan ile başladım. O zamana kadar, ne yapıp edip bir yerlerden rapor alıp, bahaneler uydurup beden eğitimi derslerine girmeyen ben ; antrenman vaktini iple çeker olmuştum. Çünkü antrenmanlar o günlerde bir oyun havasında geçiyordu.Bu süreç içerisinde ben farkında olmadan, bu Sporu seviyor ve kendime göre bazı kriterler yaratıyordum. Bu uygulamayı irdeleyecek olursak, oyunun yaratıcılığı geliştirdiğini , özgürlüğünün ve alternatifliğin esas olduğunu kabul eden Varoluşçuluk eğitim bazında olduğunu görüyoruz. (Bu eğitim türünde kişiler kendi iç dünyalarını keşfettikleri gibi hiçbir şekilde sınırlandırılamaz.)ben de bu antrenmanlar, oyunlar sırasında tam bir özgürlüğe sahiptim. Kemal abi benimle arkadaş diyalogu kurmuştu ve yönlendirme bazında rol üstlenmişti. Bu dönemdeki öğrenim kendi kendime yaptığım, geliştirdiği aktivitelerle oldu. XVIII.yy. düşünürlerinden Rousseau ; “Öğrenci bizzat yaparak, yaşayarak öğrenmelidir. Eğitim çocuğun gelişim evrelerine uygun olarak düzenlenmelidir”. demiş, ayrıca bireysel özelliklerine saygı gösterilmesi ve ilgilerine göre hareket edilmesini savunmuştur. Zaman ilerledikçe, sporcuya benzemeye başlamıştım. Bununla beraber kondisyon düzeyimde artmaya başlamıştı.Tabi antrenman programının ve antrenman yoğunluğumda bunlara paralel artmaya başladı. Artık atletizmi seviyordum. Antrenmanları daha istekli ve severek yapmaya başlamıştım. Kemal abi ile hemen hemen her çalışma öncesi oturup, o günkü antrenmanın genel kritiğini yapardık. Planlanan hedefler, antrenmanın getireceği artılar, nasıl uygularsak daha daha faydalı olur, neden bu tür antrenmanlar yapıyoruz gibi kafamda oluşan soruları irdeliyorduk. Bu davranış ise XIX.yy. William James ve S.Peirce’in ve ardından John Dewey’in öncülüğünü yaptığı PRAGMATİK EĞİTİM FELSEFESİ sınırları içinde düşünülebilir. Bu üç düşünür, deneyerek , tartışarak bulunan ve uygulanabilen gerçeklerin , teorilerden daha geçerli olduğunu savunmuşlardır. Gerçektende yaptığım çalışmaların nedenlerini ve amaçlarını bilerek eylemde bulunmak benim için daha kalıcı bir öğrenim sağlıyordu. Bunun en büyük örneği de , videoda çeşitli çekiç tekniklerini izleyip , üzerlerinde tartışmamızdır. Bu serbest tartışma ortamı , düşünme ortamı , düşünme ufkumu alabildiğine genişletiyor ve beni ister istemez araştırmaya yönlendiriyordu. Antrenmana ve tekniğe ilişkin bazı gerçekleri , kendim ortaya çıkarmaya başlamıştım. NATÜRLİST felsefede olduğu gibi kişi yeni bilgiler sentezleyebilmeli ve gerçekler ortaya çıkarmalı. Ayrıca bu görüş , esas olanın doğal ve doğal olaylar olduğunu kabul eden bir felsefi görüştür. Ayrıca, geçerli olan natürel unsurlarla eğitim ve doğal mekaniği kural ve gerçeklerle yönlendirilmektir.Bu eğitim süreci tüm hızıyla devam ederken , okulum bitti. Antrenmanlar artık hayatımda çok önemli bir yer tutmaya başlamıştı. Farkında olmadan , bu süreçte kişiliğimde bazı gelişmeler , olaylara bakış açımda bir takım değişmeler oldu. Sportmenlik anlayışım (fairplay) oluşup , gelişmeye başladı. Kendime olan güvenim pekişti.Artık sosyal bir topluluğun bir bireyiydim ve bu topluluk içinde kendime saygın bir yer edinmiştim. Dahası Hacettepe Spor Bilimleri ve Teknolojisi Bölümü gibi bir öğretim programını kazanmıştım. İşte bu gelişmeler her üç akımında (Natüralizm, Pragmatizm, Varoluşçuluk) , en önemli amaçlarından zaten …
İşte ben bu yüzden antrenörüm
Kemal Şancan’ı bir model olarak görüyorum. Kesinlikle en mükemmeli olduğunu
savunmuyorum. Ama ülkemiz şartlarında kendini yetiştirebilmiş, yenilikleri
elinden geldiğince takip eden ve en iyi çalışma imkanlarını hak eden bir
eğitmen olduğunu iddia ediyorum. Peki ben neden Bursa’daki spor yıllarımda Türkiye çapında bir sporcu
olamadım ?.. Çünkü Bursa’daki insanlar , atletizme vurulan en büyük darbelerden
biri si ile karşı karşıya ; tesissizlik. Ben orada ayda 15 defa çekiç
atabilirdim, ama burada günde 50 atış yapabiliyorum. İşte bu da bir eğitmenin
ne denli kolay harcandığının , çabalarının ne denli kolay görülemezlikten
gelindiğinin bir kanıtı olsa gerek. Nitekim bu da başka söz ettiğim çarkın kollarından
birinin pek sağlam olmadığı gerçeğini gözler önüne seriyor. Dileğim; eğitim
kurumlarındaki, dahası diğer tüm toplumsal kurumlardaki bu eğitim keşmekeşinin
bir an önce bir son bulması ve insanların layık oldukları eğitim düzeyine bir
an önce kavuşabilmeleri…
Saygılarımla